3 Nisan 2014 Perşembe

KISIR DÖNGÜ


Yürüyordu; sadece yürüyordu sağına soluna bile bakmıyordu. Birden durup saatine baktı. Ne kadar da geç olmuştu öyle. Yürürken anlamamıştı zamanın nasıl geçtiğini. Aslında anlamamasının nedeni yürümesi değil düşünmesiydi, düşünceleri ile boğuşmasıydı saatlerdir. Ne zaman kendiyle kalıp düşüncelerini bir sıraya koymak istese uzun bir yürüyüşe çıkardı ve bugün de öyle yapmıştı. Bu kez yürümek işe yaramamıştı her zamankinin aksine daha da karışmıştı aklındakiler.
Eve geldiğinde kafası ağırlamıştı sanki; bunu fark ettiğinde uyumayı düşündü önce kurtulmak için bu ağırlıktan ama içten içe biliyordu uyuyamayacağını aklındakilerle. O kadar çok şeyi düşünüyordu ki aynı anda. Beyni sanki kendinden bağımsızca yapıyordu bunu ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu durdurmak için. Ne yapsa ne etse bir şeyleri düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Ne vardı sanki bu kadar düşünecek? Ama asıl sorun şu çok övündüğü fil hafızası değil miydi zaten? Her ayrıntıyı hatırlardı çok lazımmış gibi tarihleri, insanların kullandığı kelimeleri, hatta yüz ifadelerini. Her şeyi hatırladığından durmuyordu belki beynindeki bu akış. Keşke birazcık unutabilsem diye geçti içinden o an. Keşke biraz takılmasam da şu ayrıntılara hayatıma devam edebilsem umarsızca. Düşünmesem bu kadar her şeyi, herkesi.
Aklından bu cümleleri geçirirken bile düşünüyordu oysaki. Ne boşa bir çaba dedi yüksek sesle düşünmemi durdurabilmem için bile düşünmem gerekiyor. Bir çeşit kısa döngüydü hayatı. Yatıyor, kalkıyor, yapması gerekenleri yapıyor ve her anında düşünüyordu. Her günü birbiriyle aynıydı. Her şeyi bir kenara bırakıp uyusa bu kez de rüyalarıyla boğuşuyordu sanki gerçekler yetmezmiş gibi. Neydi ki aklını kemirmekle kalmayıp rüyalarında bile rahat vermeyen o şey? Sadece terk edilmişti. Gayet kısa ve net terk edilmişti işte sebepsizce ve aniden. Neden bu kadar takılmıştı ki sanki bu anıya böyle? İlk terk edilende o değildi sonuncusu da olmayacaktı. Atamıyordu kafasından bunu. Çıkaramıyordu yaşadıklarını aklından sürekli düşünüp düşünüp bir sebep arıyordu. 
Bir anda çıkıvermişti karşısına aşk ve geldiği gibi hızla gitmişti. Hiçbir şey anlayamamıştı neden ayrılık kararı aldığına dair sevdiği adamın. Sorunsuzca devam eden bir ilişki “Ayrılmak zorundayız.” yazan bir telefon mesajıyla bitivermişti. Bir anda kalakalmıştı elinde telefonla ne diyeceğini bilemeden saatlerce hatta günlerce ağlamıştı çaresizlik içerisinde. Kendi çaresizliğiydi bu elinden hiçbir şey gelmemiş olması o kadar ağır olmuştu ki onun için. Bir arkadaşı gelip anlatsa ona bunları türlü türlü fikirler, çözümler üretir, rahatlatırdı arkadaşını ama iş kendisine gelince sadece boşluktu kafasında oluşan. Ne yapabilirdi ki ayrılma sebebini bile öğrenebilmeyi beceremeden? Evet dedi kendine daha neden terk edildiğimibile bilmiyorum. Bu yüzden işe yaramıyordu o uzun yürüyüşleri. Sebep-sonuç bilmeden nasıl koyabilir ki insan düşüncelerini bir sıraya? O da koyamıyordu aklı giderek daha da karışıyordu. 
Bir de eve gelince bu kadar ağırlıkla öylece oturuvermişti kapının hemen yanındaki koltuğa. Evinin kapkaranlık olduğunu bile fark etmeden oturmuştu saatlerce orada. Akşam olmuş her yer kararmıştı haliyle. Kalk dedi kendine kalk artık ve kendin için bir şeyler yap yeter artık bu düşünme; düşünmekle dünyayı mı kurtaracaksın sanki bırak artık. Ayrıldın bitti gitti. Tam sen bir şey kaybetmedin diyecekken iç sesi engel oldu ona ya kaybettiğin güven duygun ya umudun? Evet tamam kabul ediyordu kaybettiklerini ama onların arkasından düşünerek nasıl yaşayabilirdi ki devam etmesi lazımdı hayatına. Karışması gerekiyordu artık hayata insan içine çıkmalıydı. Altı koskocaman ay geçmişti üzerinden daha ne kadar böyle davranabilirdi kendine? Yapamazdı kendine bu acımasızlığı herkese karşı bu kadar iyiyken kendine kötü olamazdı. Kurtulmalıydı, sıyrılmalıydı düşüncelerinden. Hem bir eylem gerçekleştirmişti bile aylardır kendini kapattığı evinden çıkıp yürüyebilmişti uzun uzun. 
Düşündüklerini kağıda dökse iyi gelir miydi acaba? Belki yazarken bırakabilirdi düşünmeyi. Saçma! Düşünmeden nasıl yazabilirim ki sadece kalemi tutsam kendi kendine anlatır mı beni kağıtlara sayfalarca? Bitmez ki ben bu kadar ayrıntıyı tutarken aklımda bitmez o yazma işi. Bak yine olmuştu işte başlamadan vazgeçmişti yine bir şeye. Bu aralar tekrar tekrar başına geliyordu bu başlamadan vazgeçme işi. Her şeyden vazgeçebiliyordu düşünmek hariç; bir tek onu yapamıyordu şu lanet olasıca hayatında. Halbuki tek gereken oydu kendisine. Düşünmeden yaşadığı bir gün. Tatile mi gitseydi acaba hiç görmediği bir yere belki iyi gelirdi bütün bu olanlardan uzaklaşmak. Bir saçmalık daha işte. Kendini de götürüyordu gittiği yere.Beynini bırakıp gidemediği sürece gitmekte bir işe yaramazdı. Bir vazgeçiş daha. Tek yapması gereken düşünmeyi bırakmasıydı en iyisi bir uyku ilacı uyumak dedi kendi kendine günlerce uyumak. Belki bir mucize olur da rüya görmezdi ilacı alırsa. Denemeye değerdi bari bu sefer vazgeçmeyeyim verdiğim bir karardan dedi ve ilacı içti.
En sonunda gözleri kapanırken yavaş yavaş farketti ki her ne kadar kurtulmak istese de bu düşünme saçmalığından boşa bir çaba olduğunu biliyordu bu isteğinin. Şu koskoca hayattan tek bir isteği vardı diğer insanların aksine unutabilmek her şeyi ve herkesi. Bir gün uyandığında her şeyi unutmuş olmak tek hayaliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder