11 Temmuz 2014 Cuma

Hayaldi Gerçek Oldu(!)

Bir düşünsenize gece yarısı ıssız bir sokaktasınız; önünüzde Rönesans'tan kalma bir otomobil duruyor ve siz biniyorsunuz . İndiğinizde karşınıza çıkan ise edebi bir sölen. Düşünemediniz öyle değil mi? Üzülmeyin. Sizin yerinize de  tabi benim yerime de birileri düşünmüş. Kim mi?  Nev-i şahsına münhasır  bir film: " Paris'te Gece Yarısı" (A Midnight in Paris). Düşünemediğimiz  her şey düşünülür kılınmış sanki bu filmde. Tabirim caiz ise hayaller gerçek olmuş.
Yürüyen şenlik ünvanını taşıyan Paris'te geçen bu eşsiz film insanlara hayallerinin gerçekleşeceğine dair bir umut. Rüyalarının şehri Paris'e gelen yazar Gil Pender her sanatçının yaşadığı bir durumun içersine düşmüş şekilde karşımıza çıkmakta. Kendini anlayamayan insanların arasında kalmış. Ta ki o otomobil önünde durana kadar. Sanata aşık her yazar kendinden önceki dönemlerin ve sanatçıların bir numaralı hayranıdır. Gerçekleşme ihtimalinin olmadığını bile bile hayaller kurarlar  onlarla tanışmak için. Hepimiz kurduk; kurmadık mı?  İçimizde en şanslı Gil çıktı. Adını bile anınca heyecanlandığı Ernst Hemingway ile tanıştığında hayatının şaşkınlığını yaşadı takdir edersiniz ki. Fonda Scott Fitzgerald'ın çaldığı büyüleyici şarkıların; etrafında Pablo Picasso'nun tablolarının olduğu bir dünyaya inmişti o otomobilden. Kısacası hayaldi; gerçek olmuştu.
Bir roman yazıyordu Gil Paris'e geldiğinde. Daha doğrusu yazmaya çalışıyordu da denilebilir. Bir türlü emin olamıyordu kendinden de yazdıklarından da. Nihayet bir ışık görmüştü sanatına dair. Hayranı olduğu büyük isimler hem ilham olmuştu ona hem psikolog. Hem kendini anlatabilmişti onu anlayan insanlara hem de sanatını.
Bu ilhamın sonunda yağmurun altında muhteşem anıların yaşandığı sokaklarda kalmaya karar vermişti bina yığınlarıyla dolu olan yerlere dönmektense. Ait olduğu atmosferde edebiyatın gerçekliğinde kalmayı seçmişti kendini bulamadığı sahtelik yerine.
Umudun sanatla gerçekleşebileceğine dair bize ışık tutan bu filme teşekkür ve minnet borçlu olduğuma karar verdiğim için yazdım bu yazıyı. Kim bilir belki iyi birer sanat aşığı olursak bizler de hayranı olduğumuz isimlerle tanışabiliriz. Umut sanatçıların ışığıdır bence. Işığımızı kaybetmemek dileğiyle..

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Büyülü Karanlık

'Görünmeyen Kadın' ( The Invisible Woman), sessiz sedasız ortaya çıkan gizli bir başyapıt. Sade, gösterişsiz bir film gibi görünüyor ilk bakışta. Bu sadeliğe kanmayın; görünenin ötesini görebilirseniz alt metin son derece yoğun. Bakışmalar ayrı anlam taşıyor; konuşmalar ayrı. Hava biraz karanlık biraz gotik. Bu karanlık sarıyor insanın etrafını ve büyülüyor insanı.
Charles Dickens hayranı iseniz daha da hayran olabilirsiniz uyarmak isterim. Ralph Fiennes'in yarattığı Dickens karakteri filmin başından sonuna etkisi altına alıyor insanı mıknatıs gibi kendine çekiyor. Karanlık havanın tek ışığı o sanki. Yazdığı romanları okurkenki o hararetli hali kitapları yazmamış da yaşamış sanki dedirtiyor. Okuduğu her kelime kulağına kazınıyor insanın. Sevdiğini anlattığı her cümleyi not almak istiyorsunuz tabi filmden gözünüzü ayırabilecekseniz. Kimi zaman edebi kimi zaman hayatında elinde kalan son varlıkmışcasına ilan ediyor Nelly'e olan aşkını.
Romanlarına konu etmiş gizliden gizliye aşkını. Kavuşamamış aşıklar o romanlarda belki ama kalplerinin yerini bulmuşlar. En çok da bunu savunuyor bu film bana göre.
Bir film eleştirisini bu kadar uzun tutmamak adına burada burakıyorum. Zira bundan sonrası sizde. İzlerseniz bu gösterişsiz ancak büyülü karanlıkta kendinizi akışa bırakmanızı dilerim. Şayet izlemezseniz bu duygu yoğunluğunu kaçırmış olacaksınız korkarım ki.
Ps: Not defteriniz ve kaleminizi eksik etmemeniz şiddetle tavsiye edilir.